Öylesine… adlı seriden
Aday geliyor Aday
Öyle de güzel dalmışım... karalanmaktan artık yorgun düşmüş minik defterim, sanki bir rüyalar alemi. Ona sorsan, ‘kimin eline düştüm ben’ diye haykıracak... Bir an, tam tepemde ''İşte'' diye bağıran coşkulu bir ses. Kafamı çevirmeye kalmadı ki, sandalyeyi hızla çekerek, yüzsüzce de oturdu yanıma. Sanki evinde, yatağına uzanırcasına da boylu boyunca serildi sandalyeye, yayılıyor da yayılıyor... öyle ki, bir kıçını kaşımadığı eksik. ''Yok arkadaş, yok!' diye mırıldandı, belli belirsiz bir sesle... ''Ben, öyle herkesin çıktığı kürsüye de çıkmam! Bana özel olmalı; rengiyle, dokusuyla... işim bittiğinde de katlanmalı, tekrar cebe konulmalı. Yani öyle ki, hiç mi hiç yanımdan ayrılmamalı. Ne zaman ki krizim tuttu, ‘ani bir şok’ yaşıyorum, hemen cebimden çıkartmalı, sesimin ulaşabildiği yere kadar da avaz avaz bağırıp çağırmalı... ta ki, hazzın en tepe doruklarına ulaşana dek. Ardından da şöyle bir 'Oh!' çektim mi…’’
O an, derin mi derin bir sessizlik... Öyle bir 'Oh!' çekti ki, onun üstüne ağzını açıp da konuşmak, her hal insanın yapacağı en saygısızca şey olurdu. Bir an, güneşin vurduğu, gölgesi bile kırmızı kırmızı masaya yansıyan çayım gözüme ilişti. Soğumuştur elbet soğumasına da bir yandan da içim gitmiyor değil... 'Bir yudum içsem şimdi, ayıp olur mu ' diye kara kara düşünürken, ''Aday geliyor Aday!'' diye, yine gereksiz bir coşkuyla hızla doğruldu yerinden. Sıçradım... Sanki her defasında dalgın bir anımı kolluyormuş gibi... Sandalyesini az daha yaklaştırdı masaya, kafasını aşağı doğru hafiften eğerek, ''Bak şimdi, iyi dinle'' dedi. Kendinden de öylesine emin, hiç bozmuyor bile ciddiyetini... ''Peşine, şık giyimli beyefendiler ve hanımefendileri taktından sonra, işe ilk önce esnaf ziyaretleri ile başlıyorsun. Bu, en keyifli kısım. Yoğun bir sevgi seli, alkışlar, çığlıklar derken, sen de zaten o esnada çoktan semaya yükselmiş uçuyor oluyorsun... Hazır halkın arasına karışmışken, peşinde gezdirdiğin medyanın da sırtını sıvazlaması ile, diğer maddeleri bir bir uygulamaya başlıyorsun. Bir çocuğu severken, yaşlı bir amca ya da teyzenin elini öperken, bir çiftçinin sorunlarını dinlerken ve en mühimi, gariban bir ailenin sofrasında bağdaş kurup otururken... Sonrası da malum, 'sen sağ ben selamet' misali, bir daha ki seçime kadar da hiç birisinin yüzünü görmüyorsun''
Yine bir önceki gibi, ‘sessizlik’ doruklarını yaşıyor, çıt yok. Masada öylece bekliyor çayım. ‘Yok!’ dedim içinden, ‘Bir yudumda olsa illaki içmeliyim’ Bir müddet çırpıldıktan sonra, iç sesimin de yoğun ısrarından olsa gerek, bardağa doğru hafiften bir yeltenir gibi oldum ki, ‘’Aday geliyor Aday’’ diye sertçe vurdu elini masaya. Az daha eğdi kafasını, aynı coşku, aynı ciddiyet... ‘’Bak şimdi, iyi dinle! Peşine...’ ve her şey yine tekrar baştan... Ve ardından tekrar, tekrar... Bir an irkildim, nasılda içime işlemiş ise soğuk. Kendime geldiğimde güneş çoktan batmış, etrafta bir sessizlik... Usulca evin yolunu tuttum